Let Down by Radiohead on Grooveshark

19 Ekim 2010 Salı

akşam banyoda işedikten sonra, klozete baktım sifonun düğmesine basmadan önce. suyla karışan idrarın rengi aynı çamaşır suyuna benziyordu ve kokusu da aynı derece iğrençti. işediğimde kendi bedenime dokunmuş olduğum için, ellerimi yıkamam gerekiyordu. belki milyonuncu defa bunun saçmalığını düşünürken, ellerime sabun sıktım, sabunun kokusu kirli olduğu savunulan çamurdan binlerce kez daha kötüydü. en sonunda kafamda yalnızca iki düşünce vardı ellerimi durularken (sabun temizliği getirmişti ama buna rağmen akıp gitmeliydi ellerimden) : 1) neden kendi bedenimi pis olarak değerlendirmem gerekiyordu ve 2) çamaşır suyunun temizlediği ve idrarın kirlettiği fikri neyden kaynaklanıyordu.


aslında beynimizin sadece ilkel güdüleri çalıştıran kısmına sahip olsam çok daha mutlu olurdum: ye, üre ve hayatta kal. geri kalan sadece mutsuzluk getiriyor başka bir şey değil. ne zaman ki, yediğim yemeğin orgazmını yaşıyorum, ilkel beyin devreden çıkıyor o an, düşündüğüm yegane şey de aynaya baktığımda yediğim şeyin calvin klein'ın iç çamaşırı modellerine benzerliğimi daha da azaltacak olan göbeğime olan etkisi oluyor. seksin tam o en ıslak, en çok kokan anında, soluk aldığında aldığın hava artık atmosferin ilk on altı kilometresindeki yüzde yirmi birlik oksijenden ziyade, o sırada yapabildiği tek şey çığlık atmak olan insanın ciğerlerinden çıkan karbondioksit ağırlıklı tatmin dolu sıcaklıkken, kafamda sadece, uyandığımda ne yapmam gerekeceği ve karşımdakinin "sevgilisi"nin yaptığım şeyi bilse, benim aynı durumda kaldığımda hissettiklerimi hissedip hissetmeyeceği. hayatta kalmaksa, artık kalp atışlarımı hissedebilmekten çok, yüz kırk karakterlik bir "tweet" girmekten ibaret artık.


taksimde geçirilen bir gecenin sonunda, kanımda dolaşan alkol yeteri kadar beyin hücremi öldürebilmişse, insanları izlerim sadece. taksimde gecenin gündüzden bir farkı yoktur, yeteri kadar içkiden sonra asla olmamıştır zaten. sanki köle taşıyan gemiymişçesine sıkış tepiş barlar, her zamanki ter kokusu, her zamanki kötü müzik, her zamanki yapış yapışlık... yalnız insanlar, çoğu yalnızlığını tek gecelik sekslerle bitirebileceğini düşünen ama defalarca yanılmış olduklarını görseler bile bu fikirlerinden vazgeçmeyen yalnız insanlar, sigara içiyorlardır yine. o sigaraların dumanı her zamanki gibi ertesi sabah yanlarında uyanacakları tanımadıkları insanların ciğerlerine de uğruyordur gitmeden önce, daha sonra birbirine karışacak nefeslerin habercisi gibi. aslında hepsi yalnız uyanacaktır ertesi sabah, bazıları gerçekten yalnız, bazıları ise yalnız, ama sadece daha derinden derine. yine de, yeteri kadar içkiden sonra yalnız olmanın bir önemi yoktur. yalnız olmayanlar ise daha kötü durumdadırlar, kendilerinin yanısıra yanındakilere de katlanmaları gerekiyordur. her zamanki gibi kısıtlanmışlardır: yalnız olmamanın bedeli. yine de, eğer yeteri kadar içilmişse, başkalarının bir önemi yoktur. 


insanlar neden her cumartesi günü bu kadar çok alkol alıp evlerine utançla dönüyorlar ki zaten? tek bir sebebi var, o da beynin düşünebilen kısmını öldürüp sadece içgüdülerle başbaşa kalmak. düşünmemek. düşünmek acı çekmektir. anlamsızca mutlu olmak, düşünemeyenlere özgü, düşünenler sadece anlamsızca mutsuz olurlar. ya da... anlamsızca mutsuz olmak değil de, anlamsızca mutlu olmama isteği diyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder