Let Down by Radiohead on Grooveshark

6 Haziran 2010 Pazar

üstünde yürüdüğün yolun nereye gittiğini bilmiyorsan yol diyebilir misin ona hala? sadece üstünde yürüyor olmak yol yapar mı onu? biz nereye gittiğini bilmediğimiz bir yolda yürüyorduk. dinliyordum ben fazla konuşmadan, söylenen her şeyin kendi etrafıma diktiğim cahillik, sığlık ve umursamazlık duvarlarını bir bir yok ettiğini görerek. duyduğum her şeye bir cevabım vardı ama sadece kendi içimde ifade bulan cevaplardı, hiçbirini dile getirmedim. öyle ya istediklerini söylemek suç, hatta zayıflık değil miydi? bir oyun oynamak gerekiyordu ben de kendi rolümü oynuyordum. cennet kuşlarının çiftleşme dansı gibi ama o kadar estetik değil kesinlikle. derken gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. işte yine oradaydı venüs ve yine öyle parıldıyordu. "evet venüs böyle parıldıyorsa yaz gelmiş demektir." dedim birden. evet konuyla tamamen alakasızdı dediğim. ama gerçekle birebir alakalıydı.


mp3 playerım çantamda açılmıştı bir keresinde kendi kendine, tüm gün boyunca müzik vardı çantamın içinde kimsenin duymadığı. otobüse bindiğimde çantamı açtım ve ancak o an farkettim bu durumu. çantamın içinde güzel müzikler çalmış bugün diye düşündüm önce. ama hayır! ben dinlemediğim sürece güzel midir o müzik? hatta müzik midir o ben dinlemiyorsam? ben dinlediğim sürece güzel müzikler çalıyor o alet, ben dinlemediğimde hiçbir şey çalanlar. peki o zaman şarjı neden bitmişti? o enerji nereye gitmişti?


anlatıyordu o ve ben dinliyordum. anlatacak o kadar fazla şeyi vardı ki... benim de vardı anlatacağım bir çok şey ama ben anlatmayı tercih etmedim pek. aslında aynı yollardan geçmiştik ikimiz de hemen hemen. çok okumuştuk, çok sorgulamıştık, çok zekiydik ve "biliyorduk". kendi adıma beni bunların hiçbiri mutlu etmedi geçmişte. ve matrix'i izlerken cypher "ignorance is bliss!" dediği an ben de kararımı vermiştim. mutluluğun yolu sığ olmaktan geçiyordu. sığlığın sağladığı uyuşturucudan verdim beynime. her zaman kullandığım beylik laflarımı hazırladım, onların arkasına sığındım, beni bir kale gibi korudu o laflar. "avrupa sineması çok boktan izlemem kesinlikle!" , "seksenlerden nefret ediyorum, seksenler müziği dinlemem ben!"... ve daha nicesi. beni korudular, mutluluk da sağladılar, evet. o ise, durumundan mutlu muydu değil miydi ya da benim gibi sorunlar yaşamış mıydı bu konuda bilmiyorum ama, kendine güven kalkanı geliştirmişti kendine. benimkinden daha sağlam olduğunu gördüm onun duvarlarının. benimki tuzla buz oldu ama onunki hala orada duruyor.


hissetmenin zayıflık olduğu dünyada yaşıyoruz, hissettiklerini söylemenin ise kelimenin tam anlamıyla acizlik. televizyonda "seni seviyorum" dediği için "ezik" ilan edilen insanların hikayeleri dönüyor. kimse söylememeli ne hissettiğini birbirine. bir oyun oynanacak sadece. sartre'ın bulantıda anlattığı gibi bir oyun. cennet kuşlarının çiftleşme dansı gibi. dişi bakacak, şovu beğenirse kabul edecek, beğenmiyorsa uçup gidecek, ama erkek şovuna devam edecek kendi halinde. kimsenin birbirine ne hissettiğini söylemediği ve söylediğinde ayıplandığı bu dünyada mutlu ilişkiler olmasını bekliyorsanız çok beklersiniz derim sadece size. sakın bir şey söylemeyin! oyuna devam edin yeter. şov devam etmeli.


venüs parıldıyordu gökyüzünde tüm güzelliğiyle. venüs bu şekilde sadece yazın parıldar. "evet venüs böyle parıldıyorsa yaz gelmiş demektir." dedim birden. evet konuyla tamamen alakasızdı dediğim. ama gerçekle birebir alakalıydı.