Let Down by Radiohead on Grooveshark

27 Şubat 2010 Cumartesi

bir insana yapılabilecek en büyük aşağılama onun hakkında en ufak bir hisse sahip olmamak. sevgi ya da aşk gibi şiirsel duygular değil bahsettiğim. birini aşağılamak istiyorsanız ondan nefret etmeyin, ona öfke duymayın yeter. aşağılama sıfır noktasıdır, alabildiğine hissiyatsız olmaktır. birini yaralamanın en kolay yoludur bu: hissiyatsızlık ve umursamazlık. çünkü şu dünya üstünde insanın en önemli içgüdüsü önemsenme arzusudur. insan önemsenmek için yaşar.

21 Şubat 2010 Pazar


küçük şeylerden mutlu olabilmekten çok daha kolay küçük şeylerden mutsuz olmak. hem de öyle bunalımdayım ben tribine girmek de değil, adam gibi mutsuz olmak. rahat olmak lazım diyorum hep rahatım da zaten ama işte o bir tek, ufacık şey yetiyor bazen adam gibi bir mutsuzluk için.birden o basit, küçük, anlamsız şey kendini yapayalnız, aptal, işe yaramaz bir sosyopat gibi hissetmene neden olabiliyor. sonra bir yumruk tıkanıyor gırtlağın oraya bir yere, yutkunamıyorsun; hatta yutkunacak bir şeyin de olmuyor, ağzın kurumuş çünkü. gözlerin doluyor, görüşün bulanıyor hafiften. bunu geçirecek bir şey yok mu? var elbet ama asla olması gerektiği zamanda olmaz. beklediğin sürece olmaz. beklemekten de vazgeçemezsin asla.

büyük olaylar bu kadar mutsuz etmez zaten insanı. onlara karşı bir çeşit savunma mekanızması var vücudun.kendine söylediğin yalanlar var. başkasına söylettiğin yalanlar var. onların kendiliğinden söylediği yalanlar var. hormonlar var.psikolojik olarak reddetme var. her şey planladığın gibi gider çoğunlukla büyük olaylarda. yalanların hormonların reddedişlerin hepsi hazırdır. ama o küçük şeyleri atlatmayı planlayamazsın.

o ufacık şey bütün o yalanları yüzüne vurur. elinde sadece ağzını kurutan gırtlağını tıkayan ve gözlerini yaşartan, hormonal-sinirsel, bir işe yaramadığı gibi durumu daha da zorlaştıran bedensel zırvalıklar kalır. sonra yavaş yavaş yeni bir yalan bulursun. boşlukları görmezden gelirsin. geçer gider. izi kalır ama.sonra her yeni küçücük şey daha da derinleştirir onu.hatta öyle ki, işte o izler birikir ve kalabalığın içinde yapayalnız otururken, hiçbir şey düşünmeden ve gözlerini odaklamak gayreti bile sarfetmeden boşluğa bakarken asılan suratında ortaya çıkarlar. biri anlamsızca ne oldu der.bu her zaman planın dahilinde olan bir olaydır, hazırlıklısındır ve yok bir şey dersin. gülümsersin. soruyu soran bu yalan cevap ve gülümsemeden tatmin olur. sen de tatmin olursun. sonra bomboş yaşam devam eder.
ressamın biri, ilk resmini yaptığı zamandan yıllar sonra, resimlerinin hepsini bir bir gözden geçirmeye karar verdi. uzun saatler harcadı resimlerini incelemek için, ne var ki, bu uzun sürenin nedeni çok fazla resim yapmış olması değil, sadece yaptığı resimleri gerçekten anlamak için çok fazla vakte ihtiyacının olmasıydı.


resimlerini incelerken hiç birinin güzel olmadığı yargısına vardı. bu sonuca yaptığı tüm resimlere sadece kendinin sahip olmasından yola çıkarak vardığını düşündü önce. satılmamışlardı, satılanlar da bir süre sonra geri gelmişti. resimleri başkaları tarafından beğenilmiyordu açıkça. ne var ki, böyle düşünmenin doğru olmadığını farketti sonra. resim yapmasının nedeni, başkalarının resimleri beğenecek olması değildi. resim yapmasının nedeni kendi duygularını ifade etmekti sadece. bunca yıldır resimlerini tek bir kişi bile beğenmemişken resim yapmayı sürdürmesinin nedeni buydu zaten. önemli olan onun resimlerde neyi nasıl ifade ettiğiydi. bu düşünceye sıkıca sarıldı önce. ama ruhunda kara bir delik gibi olan o acı gerçek hala yok olmamıştı: resimleri kötüydü. bu sonuca varmak için başkalarının resimlerini beğenip beğenmediğini düşünmesine ihtiyacı yoktu. gerçek anlatılması ya da üstünde düşünülmesi bile aptallık olacak kadar açıktı aslında: resimlerini kendi beğenmiyordu.


bazı resimler fazla abartılıydı. hissettikleri resimlerindeki kadar çok renk taşımıyodu. kırmızının en cart tonu değildi hissettikleri ya da o kadar parlak değildi o yıldızlar. ne o ağaç o kadar haşmetliydi ne de gölgesi o kadar koyu. ne resmettiği kadar mutlu da olmamıştı kederli de. o yangın öyle büyük değildi aslında, sonuç olarak o çizdiği enkaz da büyük değildi o kadar.


bazıları üstünde çok düşünüldüğü için yapmacıktı. mükemmelleştirmişti çizdiği her şeyi. tüm güzellikler kusursuzdu, mutluluklar da öyle. kederler ölümcüldü kusursuzca. her şey yerli yerindeydi, düzesizliği bile öyle resmetmetmişti ki kendine ait bir düzeni vardı. planlanmış bir mutluluk ne kadar gerçekçi olabilirdi oysa ya da bu kadar iyi kurgulanmış bir aşk? bu kadar iyi düşünülmüş bir keder yaşamamıştı hiç. yapmacıklık vardı bu resimlerde. sanki hissettiklerini ifade etmek için değil de başkalarına yalan söylemek için yapılmışlar gibi.


bazıları sırf resim yapmak için yapılmıştı. hissettiklerini resmettiğini söylerdi oysa hep. ama bazı resimler sadece o an resim yapıyor olmak için yapılmıştı. hissettikleri yoktu onlarda ne de hissedecekleri. abartılmış değillerdi, yapmacık değillerdi çünkü gerçek bile değillerdi zaten. hissedilenlerin bir ifadesi olarak değil kendine yalan söylemek için yapılmışlardı.


bazılarının da konusu çok saçmaydı. duyguları resmetmemişlerdi. içgüdülerin resimleriydiler sadece. hep çok derin duyguları olan bir insan olarak övünen biri için utanç verici resimlerdi bunlar. kendine ihanet etmişti bu resimlerde.


çok sinirlendi ressam, yıllarını vermişti bu resimlere ve gözüne bir hiç gibi geliyorlardı şimdi. düşündükçe hiç uğruna harcanan o uzun yıllar gözünde daha da büyüdü ressamın. resim yapmamalıyım artık diye düşündü. eğer yaptığı resimler gerçekten bu kadar kötüyse, resim yapmasının ne anlamı vardı gerçekten?


günler sonra içmediği bir gün, en sonunda, "hayır" dedi ressam "o resimleri ben yapmadım. o resimleri bir ressam yaptı ama ben bir ressam değilim.".