Let Down by Radiohead on Grooveshark

19 Mart 2010 Cuma

çocuktu ve çocukça hayalleri vardı. tek bir günün yıllarca sürdüğünü hissedecek kadar çocuktu. okuldan sonra deli gibi oyun oynamak için çıkmak istediği kısa ve dar sokağı bütün bir dünya olarak algılayacak kadar çocuktu. başkalarının bahçesinden izinsiz topladığı ham meyvelerin tadının anne babasının tek tek yoklayarak seçtikleri meyvelerden daha güzel oladuğunu düşünecek kadar çocuktu. saatlerce bindiği ikinci el bisikletinin üstünde kendini dünyanın en iyi formula bir pilotu olarak görecek kadar çocuktu. çocuktu ve çocukça hayalleri vardı.


en büyük hayali ve en büyük tutkusu, alt sokaktaki suratsız bakkalın sattığı, tezgahta yıllarca uğraşılarak biriktirilmiş korsan hazineleri gibi duran bir sürü bilyenin arasındaki o kırmızı bilyeyi almaktı. sadece tek bir oyunda kullanılabilen, ama nedense diğer tüm bilyelerden daha değerli olan büyük bilyelerdendi. hazinenin en değerli bilyesiydi belki de, ama en değerli elmasın altınlar ve mücevherlerle dolu hazine sandığının en üstünde parıldamasının tersine, altlarda ve arkadalarda duruyordu çünkü kimse almasın diye onu saklamıştı altlara.


bilyeler pahalıydı. bir erkek çocuğunun en önemli harcamasının bu bilyeler olduğunu bilen suratsız bakkal, bilerek bu kadar pahalıya satıyordu onları. büyük olanlar özellikle pahalıydı. bu yüzden, o bilyeyi alabilmek uğruna ter dökmesi gerekiyordu. diğer zevklerinden vazgeçmesi gerekiyordu her şeyden önce. oysa bilye oynamaya devam edebilmek için başka bilyeler de satın almalıydı mutlaka, zira kötü bir oyuncuydu ve her gün kaçınılmaz olarak bir sürü bilyesini kaybediyordu. o kırmızı bilyeyi alabilmek için bilye oynamaktan vazgeçmesi gerekiyordu bu yüzden. ayrıca okulun kantininde satılan sağlıksız, ama sağlıksız olduğu ölçüde lezzetli olan yağlı mı yağlı tostlardan yememesi gerekiyordu. tostlar da pahalıydı çünkü ve kesinlikle para biriktirmeye ihtiyacı vardı.


başlarda çok azimliydi, yavaş yavaş birikiyordu parası. yeteri kadar parayı biriktirdiğinde koşarak gitmişti bakkala. ne var ki, sokağın getirdiği toz toprağın koşmaktan kaynaklanan terle birleşmesinden oluşan çamurun arkasından hayal kırıklığıyla baktı gözleri. bileyelere zam gelmişti ve parası büyük kırmızı bilyeyi almaya yetmiyordu. çabalamaktan yorulan iradesini daha fazla zorlayamadı ve daha ufak olanlardan bir tane seçti şuursuzca. satın aldı ve bakkaldan çıktı. 


adığı bilye güzeldi güzel olmasına, ama büyük kırmızı bilye kadar değildi kesinlikle. yine de onunla oynadı günlerce o dar sokakta. günler yıllar gibiydi onun için. sonunda bir gün başkası satın aldı büyük kırmızı bilyeyi. küçük ruhu kıskançlıktan bilye kadar kırmızı olmuştu. parayla satın alamadığı büyük kırmızı bilyeyi oynayarak kazanmayı denedi bu sefer ama kötü bir oyuncuydu. kırmızı bilye çocuktan çocuğa geçti o dar sokakta, herkes bir şekilde bilyelerini kaybederdi bir gün. ama o kırmızı bilyeyi kazanan asla o olmadı. 


çocuk büyüdü, bilye oynama dönemini de geçti ve hayatına devam etti. ama büyük kırmızı bilye hala oyundadır ve hala birileri onu kaybetmektedir oyunda. onu elde edemeyen çocuk da hala oyundadır ve hala bilyeyi elde edememiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder