Let Down by Radiohead on Grooveshark

14 Mayıs 2010 Cuma

çocukluğunda sıkılmanın çok saçma olduğunu düşünürdü. her zaman hayal kurabilirdi insan, istediği yerde olabilir ve istediği şeyi yapabilirdi hayallerinde. bu yüzden saatlerce yürürdü sessizce sıkılacak gibi olduğunda. etrafını görmeden ve duymadan, sadece hayallerini hissederek. o kadar çok yaptı ki bunu, en sonunda hayalleri gerçek sanmaya başladı. hayallerindeki gibi davranmaya çalıştı. imkansızı istiyordu, imkansız onun olmadı hiç bir zaman. sıkılmanın mutsuz olmaktan daha daha iyi olduğuna karar verdi ve hayal kurmaktan vazgeçti. yine de saatlerce yürürdü sessizce, yine duymadan ve görmeden etrafını, hayal de kurmadan.


sonsuz sıkıntı içindeyken olabilecek en gereksiz müsvedde kağıdına kırmızı mürekkeple güzel şeyler karalamıştı o gün. görmek istediği anların tasvirleri, oldukça romantik ama oldukça gerçek dışı. hayallerini karalamıştı kağıda, kırmızı mürekkeple. yine inandı hayallerine, hayallerinin gerçek olduğuna. müsvedde kağıdını karalamalar içe gelecek şekilde dörde katladı ve arka cebine koydu, tam da cüzdanıyla kendisi arasına.


sarı bir taksiye binmişti o gün, hatta son parasını sarı bir taksiye vermesi gerekmişti. para cüzdanın içindeydi, limiti dolmuş olan kredi kartlarının hemen yanında. cüzdanını aldı cebinden ve taksinin ücretini ödedi. cüzdanını tekrar cebine koydu içinde bir sıkıntıyla. taksiden indi ve yürümeye başladı. yürürken kendini karalamalarını düşünürken buldu. yine etrafını asla farketmeden hayaller kuruyordu. oldukça romantik ama oldukça gerçek dışı hayaller.


gideceği yere vardığında cebini yokladı, karalamarına bakmak için, onu bir hastalık gibi saran o karalamalara. kağıt cebinde yoktu. taksiye parasını vermek için cüzdanını çıkartırken düşmüştü kırmızı mürekkeple karalanmış, oldukça romantik ama oldukça gerçek dışı hayalleri. kalakaldı öylece, ağzı kurudu, içtiği su kuruluğu almadı, aksine, dahada kuruttu ağzını. abartmak her zaman hayatı kolaylaştıran korkakça bir huyu olduğu için abarttı hemen her şeyi: yazdığı en güzel şiiri kaybetmişti.


aradan çok fazla zaman geçmemişti o gece banyoya girdiğinde. yıkanmak ona kendini iyi hissettirmedi çünkü suyla akan gidenlerin kirlilik değil kendisi olduğunu hissediyordu. banyodan çıkınca saçlarını kuruladı havluyla, belki bininci kez saçlarını beğenmedi aynada. yüzündeki sakalları yaşlanmış olduğunu düşündürttü ona, yaşça yaşlanmak değil, daha çok ruhun eskimesi. traş olmaya karar verdi.


gereğinden fazla uzamış sakalları zor kesiliyordu. traş olurken kendini iyi hissetmedi, oysa dedesini kullandığı gibi bir traş takımı kullanıyordu ama dedesinin traş oluşunu kendisinden geçmiş bir biçimde izleyen o küçük çocuk aynada yoktu. çenesinin altındaki sakalları keserken, kendisini kesti derince. yaradan kırmızı mürekkep aktı sessizce, lavaboya damladı, oldukça romantik ama oldukça gerçek dışı bir şekilde. akıp gitti. abartmak her zaman hayatı kolaylaştıran korkakça bir huyu olduğu için abarttı hemen her şeyi: şah damarını kesmiş olmaktan korktu.


durmadı kırmızı mürekkep uzun süre, kalın bir tomar tuvalet kağıdını üstüne bastırmasına rağmen. en sonunda durduğunda tuvalet kağıdına baktı uzun süre, kırmızı mürekkeple yapılmış karalamalar belirmişti üstünde, oldukça romantik olan ama oldukça gerçek dışı karalamalar. hayalleri esir aldı onu yine, kendi hayallerinin esiri olarak uyudu gece.


ertesi gün işaretler aradı durdu sürekli. bulamayınca kendi yarattı onları. oysa en açık işareti görememişti hiç: kırmızı mürekkeple karalanmış oldukça romantik ama oldukça gerçek dışı o hayaller akıp gitmişti hep.


daha sonra uzaklıkların hiç önemi kalmadı, aynı onun her zaman olmaması gereken yerde kalması gibi. etrafını görmeden ve duymadan uyudu, hayal de kurmuyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder